13 Ekim 2007 Cumartesi

bir el feneri ve uzun pozlama

Gece olsun. Bir el feneri alın. Enstantane'yi mümkün olduğunca uzun (B veya en yüksek ne kadarsa) tutup yaratıcılığınızı konuşturun.

Wait until dark. Take a flashlight. Set your exposure to infinite (B for Bulp) or highest you have (15 secs is ok) and create!





10 Eylül 2007 Pazartesi

Oran - Cezayir karayolu

Cezayir dediğimde bir ülkeden mi yoksa bir şehirden mi bahsettiğimi anlayamazsınız, çünkü Cezayir'in başkenti yine Cezayir.

Bu sıkıntı bir Türkçe'de var. Şehir olan Cezayir'in fransızcası: Alger, ingilizcesi: Algiers. Bunun dışındaki bütün Cezayir şehirlerinin ingilizce ismi fransızcasıyla aynı.

Oran Cezayir'de güzel bir şehir. Biraz İzmir gibi... Oran'dan Cezayir'e karayoluyla geliyorsanız bir sürü sürprizle karşılaşabilirsiniz. Mesela, Cezayir'e yaklaşırken dağlık bir bölgeden geçiliyor. Tüneller başlamadan hemen önce "dikkat maymun çıkabilir" tabelaları var. Burası ülkenin en işlek otoyolu ama bir yandan da yol kenarında hakikaten maymunlar yaşıyor. Şanslıysanız görebilirsiniz. İsterseniz inin fındık fıstık verin.


Cezayir'de bir benzinlik. (Fotoğraf: M.Ünsal)

Bir başka tuhaflık da Oran'a giderken yaşanıyor. Oran 80 km yazan bir sapaktan sapıyoruz, düz gidiyoruz, gidiyoruz, gidiyoruz ve bir tabelaya daha rastlıyoruz: Oran 85 km.

2 Eylül 2007 Pazar

Rock'n Coke


Hayko Cepkin ve Kamikaze. (Fotoğraf: M.Ünsal)

12 Ağustos 2007 Pazar

Üç keşif: bir su kemeri, bir lokanta ve bir içecek

Bugün Mağlova Kemeri'ni görmeye gittik. Bisikletle 32 km. yol teperek kemere ulaştık. Aslında Mağlova Kemerburgaz'a 2 km uzaklıkta, istenirse belediye otobüsleriyle Kemerburgaz'a geçilip, oradan yürüyerek bile gidilebilir. Yalnız yol tarifi alamayabilirsiniz çünkü yakınında yaşayan vatandaşlar bile kemeri pek iyi bilmiyor. Biz Belgrad ormanlarından başlayarak bir süre asfaltta ilerledik, daha sonra Alibeyköy Barajı'nın kurumuş yatağından ilerleyerek kemere ulaştık.


Mağlova Kemeri. Küçük mu buldunuz? Bir de aşağıdaki resme bakın.



Mağlova Kemeri Osmanlı mimarisinde en büyük 8 eser arasında gösteriliyor. Hatta Süha Arın'ın Mimar Sinan belgeselinde deniyor ki: eğer Sinan diğer eserlerinin hiçbirini yapmamış olsa ve sadece Mağlova Kemeri'ni yapsaydı bile bugünkü ününü hakederdi. Kemer 16. yüzyılda Kanuni'nin emriyle, Kırkçeşme sularını İstanbul'a getirmek amacıyla yaptırılan su yolları projesinin bir ayağı ve halen faalmiş, yani İstanbul'a su taşımaya devam ediyormuş.


Kemerin ortadaki katına çıkılabiliyor.

Eskiden bu bölgeye gelen batılılar, böyle bir şaheseri ancak Bizanslıların yapabileceğini düşündükleri için yapıya Justinianos kemeri adını takmışlar. Daha sonra gelenler ise 1933 yılında düzeltmişler yanlışlığı.

Gezimizi Kemerburgaz'da noktaladık. Kardeşler Lokantası güzel bir mekan; sulu yemekleri de var. Bir de ilk defa bir içeceği denedik: Nestea Ice Tea Cool. Limonlu buzlu çaya nane tadı da eklemişler, yaratıcı bir fikir. Deneyiniz efenim.

1 Temmuz 2007 Pazar

Patlamış Poliüretan, yir misin?

Annem eve gelmiş, bir bakmış dolaplardan birindeki kap kacak dışarı saçılmış. Herhalde hırsız girdi diye düşünmüş. Meğerse poliüretan kutusu patlamış ve dolabın içine dolan malzeme bazı eşyaları dışarı itmiş. İşin asıl sıkıntısı, bazı eşyaların da etrafını kaplayarak yutmuş. Bütün dolabı bıçak ve kaşıkla kazıyarak temizlemek zorunda kaldım. Müsebbibi ni de aha burada afişe edeyim cümle aleme...

27 Haziran 2007 Çarşamba

Barcelona çok kalaba

İstediğiniz saatte hop denize girebileceğiniz bir şehir Barcelona. İşten mi sıkıldın, öğle arasında bi denize gir... Deniz şehir merkezine çok yakın. Gerçi düşünürsek bizde de Taksim'den yürüyerek 10 dk'da denize inebilirsin ama böyle bir pratiğimiz yok maalesef.


Barcelona plajlarından bir kare.



Parc Güel'den görünüş.



İşte Barcelona gerçeği. Oturanlardan daha fazla turist var. Popüler mekanlarda turistsiz fotoğraf karesi... zor.

25 Haziran 2007 Pazartesi

Hamburger Sparkasse

Sabah saatlerinde kuzenim Koray'la birlikte çadırımızı pırtımızı toplayıp festival alanından ayrıldık ve Hamburg'a doğru hareket ettik. Hamburg'un kuzey batı tarafında Altona mahallesine yakın "Instant Sleep" diye güzel bir hostele yerleştik.

Hamburg çok güzel bir şehirmiş. Almanya'nın ikinci büyük şehri ve düzenli bir şekilde büyüyor. Liman bölgesinde yeni yapılan binalar etkileyici: çoğu işyeri olmak üzere, parklar, teraslar ve hatta büyük bir konser salonu inşaa ediliyor.




Güney Hamburg'daki inşaatlar.

Bir de gönülleri fetheden bir mahalleden geçtik ki, aman aman. Sankt Pauli, göçmenlerin yoğun yaşadıkları bir bölge. Şehrin bütün eğlence mekanları, yani Reeperbahn da burda. Mekana oturup Astra birasi isteyince mutlu oluyorlar; Astra burda üretiliyor. St.Pauli'nin bir de meşhur futbol takımı var. Taraftarlar solcu tipler, takımlarını çok seviyorlar. 2002 yılında 3. ligdeyken Bayern'i 2-1 yenerek kupadan elemeleri ile hala övünüyor hergeleler. Takımın sembolü olan kurukafalı korsan bayrağını veya kahve-beyaz çubuklu formayı pek çok insanın üstünde görmek mümkün. Varolduğu mahalleye paralel olarak ırkçılığa karşı ve anti-faşist bir duruşu var St.Pauli'nin. Mesela bir etkinlik afişlerinde gamalı haçı parçalayan futbol topu vardı.


İşgal edilmiş bir ev. Bunlardan Hamburg'da yer yer görebiliyorsunuz. Anlattıklarına göre, vakti zamanında insanlar boş buldukları evlere yerleşmişler ve çıkmıyorlarmış.

Hamburger: Hamburg'lu demek oluyor. Sparkasse Almanya'nın büyük bankalarından, türkler İş Bankası diyor çünkü logosu iş bankasınınkini andırıyor. Hamburger Sparkasse'nin kısa adı Haspa. Paranızı emanet ederken bir daha düşünün :) Değinilesi iki nokta daha var: Fritz Cola ve Jegermeister. Onları da başka sefer anlatırız.

23 Haziran 2007 Cumartesi

Hurricane Fest

Bugün Almanya'nın Aşağı Saksonya eyaletindeki Nieder Sachsen bilmemnesindeki Scheessel kasabasına intikal ettim. Biraz uyuduktan kuzenim Koray'la birlikte konser alanına doğru yollandık. The Sounds, The Films, Mogwai, Bloc Party, Incubus, Mute Maths, Marilyn Manson diziliminde, konser aralarına da körili sosistir, patatestir, biradır sıralayarak günümüzü geçirdik. Mute Maths'i ilk defa dinledim, epey hoşuma gitti. Marilyn Manson mazallah rüyama felan girer diye pek oyalanmadan döndüm çadıra.


Arkadaşlar çadırsal faaliyette... Arkada içtiği biraları boşaltan bir vatandaş da görülüyor. Arada bir tuvalet kabinlerini temizlemek için vidanjör benzeri araçlar geliyordu. Araçların arkasına "beer recycling" yazmışlar :)


Etkinliği en çok etkileyen şey yağmur ve çamur oldu. İnsanlar hemen her yere giderken sıkıntı çektiler.

22 Haziran 2007 Cuma

Brüksel lahanası

Brüksel'e gitmak için Berlin Tempelhof Havaalanı'ndan uçağa bindim. Tempelhof Berlin'in göbeğine inşaa edilmiş çok eski bir havaalanı. Dünyada ilk kez bir metro hattı bu havaalanına gelmiş (1927). Naziler eski terminal binasını yıkarak yerine kendi tarzlarında görkemli bir bina yapmışlar. Bina 1,2 km uzunlugunda bir çeyrek daireden müteşekkil. Havadan görünüşü uçan bir kartalı andıracak şekilde yapıldığı söyleniyor ama ben kartal falan görmedim.


Berlin Tempelhof Havaalanı Yolcu Girişi

Bir de bu havaalanı Berlin Airlift adıyla anılan, dünyanın en büyük hava operasyonlarından birine sahne olmuş. Berlin'in 2. Dünya Savaşı sonrası Sovyetler ve diğer müttefikler arasında bölünmesiyle Tempelhof Havaalanı Amerikan tarafında kalır. 1948 yılında Sovyetler Batı Berlin'e tüm kara ve deniz ulaşımını keserler. Bunun üzerine 2,5 milyon Batı Berlinliyi besleyebilmek için müttefikler 11 ay boyunca uçak seferleri ile binlerce ton yiyecek ve malzeme taşırlar. Berlin Duvarı'nın yapılmasından sonra da Tempelhof Havaalanı doğu Berlin'liler için Sovyet Rusya'dan batıya kaçabilmenin bir yolu haline gelir, çünkü eğer duvar aşılabilirse, duvarın içinde kalan havaalanı sayesinde özgürlük bir uçak bileti kadar yakın demektir.

Şu anda anladığım kadarıyla alan sadece Avrupa içi yakın mesafe uçuşlar için kullanılıyor. Ben alışkanlıkla 2 saat önceden gittim ve pişman oldum, çünkü hiçbir yerde sıra falan yoktu. Uçağın kalkışına yarım saat kalaya kadar koskoca salonda toplam 5 yolcu idik.

Gördüğünüz gibi Brüksel'i anlatmak amacındaydım ama hala Berlin'den bahsediyorum. Bilin bakalım hangi şehri daha çok sevdim?

Neyse efenim gelelim lahananın faydalarına. Brüksel'de ilk iş Espace Jacques Brel'i buldum. İşeyen çocuk'un yanından yukarı doğru gidiliyor. Çocuğun pipisinin gösterdiği yönden 135 derece sola döneceksiniz, dosdoğru 100 küsur m ilerde. Müze olamayacak kadar küçük bir yer. Bir salonda Brel'in bir western filmi gösteriliyordu. Brel'in konser performansı kayıtlarını izlemek en son ortaokuldayken TRT2'deki Rock Market programında nasip olmuştu. Hemen konser DVD'sini aldım. Karton Jacques'la da resim çektirmeyi ihmal etmedim.

Grand Place'a geri dönünce aklıma bir şey geldi: Chez Leon'u bulmak. On yıl kadar önce lisenin tiyatro turnesiyle geldiğimizde buluşma yeri olarak belirlediğimiz bu güzel restoranı bulmak için kimseye yolu sormak istemedim. Belki yine aynı kibar garsona rastlasaydım ona sorardım ama sormak yerine yürümeye devam ettim ve bir sokağa saptım, ama kalbimin içinde bir sokağa (dermişim - Proust'tan araklayarak). Aslında çok kolaymış, meydandaki koca kuleye sırtını verip dümdüz gidiyorsun.

Yemeğimi yerken yanıma bir bay ve bir bayan yaklaştı. Bayan dedi ki: "Ay herkes deli gibi midye yiyiyor, güzel midir acaba?". Ben de "Buyrun, burdan deneyebilirsiniz" dedim. Böylece tanıştık, yanıma oturdular. Derken başka Türkler de geldi ve onlara da ne yiyecekleri konusunda hep beraber yardımcı olduk.



Yağmur bu fotoğrafın çekildiği Perşembe akşamından Cuma akşamına kadar geziye damgasını vurdu. İrem'le evden çıktık ve geri dönmek zorunda kaldık çünkü yağmur içimize işlemeye başladı. Gökçe gelip bizi arabayla aldı ve yemeğe götürdü. Yemekte garson da Türk çıktı. Evvelki gün otobüsle geçtiğim mahallerdeki tabelaları gördükten sonra bu işe hiç şaşırmadım. Zira bazı sokaklardaki dükkanların büyük çoğunluğu, hatta yüzde sekseni diyebilirim, Türkçe tabelalar asmıştı.


Kasap vitrini mi desem katliam sahnesi mi...

Brüksel'den gece vakti ayrılarak Bremen'e doğru yola koyuldum. Yataklı trenle gitmek daha mantıklıydı, ben de öyle yaptım. Trene binerken tabelalarda varış yeri olarak Hamburg ve Berlin yazdığını gördüm. Biri kuzeyde, biri doğuda olduğu için sorma ihtiyacı hissettim. Meğerse trenin yarısı Berlin'e, yarısı Hamburg'a gidiyormuş, vagonları söküyorlarmış biz uyurken.

Birbirini tanımayan 6 kişinin aynı kompartımanda kimisi pijamalı, kimisi elbiseyle, ama hepsi de sıkış tıkış uyuması bi garip geldi. Yatılacak satıhlar üç katlı kütüphane rafları gibiydi. Yatak yapılmamış, sadece temiz çarşaf, yastık kılıfı ve battaniye bırakılmış. Çarşafın nasıl serildiğini bulmak yarım saat (abartmıyorum) sürdü. Karşı üstte yatan kızla fikir teatisinde bulunarak çarşafın poşet dosyalar gibi iki katlı olduğuna ve bizim de evrak gibi bunun arasına girmemiz gerektiğine kanaat getirdik. Tabi ki kız kendi poşet dosyasına ben de kendi poşet dosyama girerek karşılıklı raflarımıza yerleştik. Derken Alman kontrolör geldi, Almanca tuhaf bişeyler geveledi ve biz ne dediğini anlamayınca kızdı. Bu ne saçma şey kardesim, nerde Zentropa'daki hizmet nerde sizinki? Alla alla...

21 Haziran 2007 Perşembe

Berlin in Berlin

Evşen'cik ile Berlin'de 3 gün geçirme fırsatımız oldu. Ben şehri çok beğendiğim ve adeta büyülendiğim için, aynı zamanda ne kadar bakımsız olduğunu görmedim desem yeridir, bir ay kadar sonra arkadaşım Tolga söyledi de o zaman aydım. Belki de hızlı bir şehir turu yapmamızın, tarihte inanılmaz olayların cereyan ettiği yerlerden geçmemizin ve etkileyici Alman müzelerinde oyalanmanın etkisinde kalmışızdır. Milliyetçi bir Alman tarihçisi olan Heinrich von Treitschke bile demiş ki: Almanlar harikulade bir başkent inşaa etmeden büyüklüğü yakalamış tek millettir. Ama tabi Berlin'de ne olduysa Treitschke'den onlarca yıl sonra sonra, 20. yüzyılda olmuş.

İlk gün doğu Berlin'de ufak bir tur yaptık. Bir sürü insanın çimlere serildiği salaş bir park bulduk. Abuk subuk resimler çektik.



Berlin'de Mauerpark, arkada stadyum (Max-Schmeling-Halle).

Ertesi gün şehir turunu daha bilindik yerlerde yaptık ve Batı Berlin'e de geçmiş olduk bu arada. Berlin'i biçimlendiren en önemli olay 2. Dünya Savaşı. Hem Nazi mimarisi, hem de savaş yıkıntılarının yerine yapılan yeni binalar Berlin'e büyük ölçüde bugünkü çehresini kazandırmış ve kazandırmaya da devam ediyor.


Berlin'in alamet-i farikası trafik ışıkları. Kırmızı "dur" işareti şapkalı bir durduran adam şeklinde, yeşil "geç" ise yine koca şapkalı komik bir figür. Resimde sağ altta bir örneği var. Bunlardan aklınıza gelebilecek bütün promosyon ürünlerini yapmışlar; takvimden jelibona, çoraptan kek kalıbına kadar her şeyin trafik-ışığı-adam'lısı var. Sağda arkada görülen bina bugün Alman Tarihi Müzesi (Zeughaus). Bina Savaş Müzesi iken Hitler binayı gezmeye gelir. Ordudaki Hitler karşıtları arasından yüksek rütbeli bir subay suikast düzenlemek için gönüllü olur. Cebine bir bomba yerleştirir ve Hitler'in yanına yaklaşır. Bomba 10 dk sonra patlamak üzere ayarlanmıştır, tek yapması gereken 10 dk boyunca führerinin yanından ayrılmamaktır. Gelgelelim Hitler sergiden sıkılır ve çıkmak ister. Planlar suya düşünce subay cebindeki bombayı tuvalete döker.

Humbolt Üniversitesi'ni gördük. Kütüphane'de Marx, Engels ve Lenin'in görüldüğü bir vitray var. Üçü de burada okumuşlar. Zaten üniversite toplam 29 tane Nobel ödüllü hoca çıkarmış. Ortadaki meydanın adı Bebelplatz. Burada 1933 yılında Hitler hayranı gençler binlerce kitabı ortaya yığarak yakarlar (Indiana Jones'taki sahneyi hatırlayın). Öyle ki yakılan kitapların arasında Matematik ve Fizik kitapları da vardır; konusu politik olsun olmasın, yazarı rejim muhalifi olan bütün kitaplar hedef seçilmiştir. Bugün meydanın ortasında bu olayı hatırlatan ve içi boş kitap raflarından oluşan bir anıt vardır.


Nazi'lerin hava savunma bakanlığı binası. 250 m uzunluğunda dev bir bina. Amerikalı rehberimiz Preston'ın söylediğine göre bombardıman sırasında Wilhelmstrasse'de isabet almayan hatta ayakta kalan tek bina bu olmuş. Preston bu kadar stratejik bir hedefin atlanmasına şaşırıyor ve "Oysa büyük gri şeyleri vurmakta çok iyiyizdir. Berlin hayvanat bahçesindeki tek fili bile öldürdük ama bu binayı niye vurmadık anlamıyorum" diyor.


Yahudi soykırımı müzesi.

Berlin, rehberimiz Preston'un da değindiği gibi biraz isim fakiri bir şehir. En meşhur caddesinde mis gibi ıhlamur kokusu ve bir sürü ıhlamur ağaçları altında yürüyebilirsiniz, caddenin adı: "Unter den Linden" yani "Ihlamurlar Altında". Katolik kilisesinin arkasında bir sokak var, adı: "Hinter der Katolischen Kirsche" yani "Katolik Kilisesinin Arkasında" (evet tastamam öyle). Siz çok yaşayın e mi Berlinliler, ne kadar da orijinalsiniz caanım.


Pergamon müzesi.

Bir de Bergama Müzesi (Pergamonmuseum) var ki Berlin'de, akıllara seza. Lonely Planet diyor ki: Eğer Berlin'de sadece bir müzeye vakit ayırabilecekseniz, o müze Bergama olsun. Gezerken içimiz cız etti. Bütün bu eserlerin nasıl olup da götürüldüğüne, göütürülmesine izin verildiğine üzüldük doğrusu. Müze 3 bölüm: Antik çağ, Orta Asya ve İslam Sanatı. Eserlerin tümünü inceleyemedik tabi ki, o bakımdan yanlışımız olmasın ama gördüğümüz kadarıyla hepsi de bir zamanlar Osmanlı'nın yerleştiği topraklardan gitme. İslam Sanatı bölümünün en bomba parçası 8. yüzyılda Emeviler tarafından yaptırılmış süslü bir duvar (Mschatta-Fassade), komple bu müzede sergileniyor. Duvarın 2. Abdülhamit tarafından Kaiser Wilhelm'e hediye edildiğini üzülerek dinliyoruz kulaklıklarımızdan. Savaşta ağır bombardıman altında kalmasına rağmen, diğer eserler gibi restore edilerek şahane bir duruma getirilmiş. Belki de sevinmek lazım bu duruma, bilemiyorum, bizde kalsaydı muhtemelen pek bir bakımsız kalırdı bu harikulade eser. Bu son yorum İlber Ortaylı'yı andırdı biraz. Daha da söyleyecek çok şey var Berlin hakkında, ama hadi tadında bırakalım.


Berln'in yeni yüzü Potsdamer Platz'da tahterevalliye binen halk.

16 Haziran 2007 Cumartesi

Bottrop

Bottrop Düsseldorf'un kuzeyinde kalan bir Alman şehri. Sanayi tesislerinin ve eskiden kömür madenlerinin aktif olduğu bir bölgede yer alıyor.


Bottrop banliyösü, tepeden görünüş.

Bottrop yakınlarında dünyanın en uzun kapalı yapay kayak pisti var. Eski bir kayak şampiyonu alman gitmiş memleketine yatırım olsun diye bu pisti yaptırmış. Şimdi buraya otobüslerle turistler geliyor, en çok da Hollanda'dan geliyorlar.



Bottrop'ta bir de Centro diye bir alışveriş -merkezi diyemeyeceğim çünkü biraz büyük- köyü var. Biz gittiğimizde su fışkırtıp üstüne lazerle birşeyler yansıtıyorlardı.



Alttaki resim de Centro'daki tren istasyonu. Bu bölge eskiden sadece sanayi tesislerinin olduğu bir yermiş. Buranın eski fotoğraflarında da görülen demir çelik yığınlarından esinlenerek yeni istasyon binasını tasarlamışlar.


Centro'nun yeni hali (üstte) ve eski hali (altta).

15 Haziran 2007 Cuma

Aachen

Aachen Almanya'nın batısında bir öğrenci kenti. Mühendislik okulları Almanya ve dünyada en gözdeler arasındadır. Tabi Alfabetik bir sıralama varsa Aachen yine genelde birinci gelir :)


Yurt öğrencilerinin sanata müdahalesi.

Şehir ortaçağda Charlemagne'a başkentlik yapmış. Bugün Almanya'nın Hollanda sınırında yer alıyor. Öğrencilerin iddiasına göre eğer Hollanda olmasaymış Aachen deniz kenarı olacakmış.




Charlemagne ya da türkçe karşılığıyla Demirbaş Şarl.


Devegüreşi!


Muppet karakterleri Waldorf ve Statler birmağaza vitrininden bize bakıyordu.

Aachen'a giderseniz Del Negro'da dondurma yemenizi kesinlikle tavsiye ediyorum. Dondurmacıdan biraz ilerleyince karşınıza tiyatro binası ve kaplıcalar çıkıyor. Güzel yerler.

14 Haziran 2007 Perşembe

Eindhoven

Eindhoven Hollanda'nın 5. büyük şehri. Aslında büyük şehir değilmiş, şehir sakinleri kendilerini taşralı sayıyormuş. Şehre damgasını ciddi anlamda vuran bir marka var: Philips. Meşhur futbol takımları PSV Eindhoven'ın bile adının Philips Sport Vereniging (Philips Spor Birliği) olduğunu söylesem olay herhalde anlaşılır.

Hollandalılar kendileriyle ve doğayla son derece barışık insanlar. Hemen herkes günlük ulaşımı için bisiklet kullanıyor.


Merkez garda bisiklet otoparkı.

Evler ve bahçeler çok temiz ve düzenli. Pis bir bahçe veya bakımsız bir ev görmek imkansız gibi bir şey.



Eindhoven Teknik Üniversitesi (TUE) sayesinde çok sayıda öğrenci yaşıyor burada. Okul binalarına modern tasarımlar hakim. Bir laboratuvarı ziyaret etme olanağımız oldu, yanılmıyorsam bir mekatronik laboratuvarıydı. Bir fabrika kadar büyük bir yerde onlarca modern imalat tezgahı gördük.


Eindhoven Teknik Üniversitesi'nde yurt binaları.

8 Haziran 2007 Cuma

When & where

Dearest friends, here is my travel plans for this summer. See you around :)

Carissimi amici, ecco potete trovare dove saro' in Europa quest'estate. Spero rivederci.

Chers amis, voici mes plans pour les vaccances. J'éspere se voir quelque part ;)

10/06/07 Istanbul
11/06/07 Istanbul
12/06/07 Istanbul
13/06/07 Eindhoven
14/06/07 Eindhoven
15/06/07 Aachen
16/06/07 Bottrop
17/06/07 Berlin
18/06/07 Berlin
19/06/07 Berlin
20/06/07 Berlin
21/06/07 Brussels
22/06/07 Bremen
23/06/07 Bremen
24/06/07 Bremen
25/06/07 Barcelona
26/06/07 Barcelona
27/06/07 Barcelona
28/06/07 Barcelona
29/06/07 Barcelona
30/06/07 Istanbul
01/07/07 Istanbul

Bebek sırtları

İstanbul, mucize şehir.

5 Mayıs 2007 Cumartesi

Direkten dönmek

Hayatta hiç başınızın büyük bir belaya girdiği ve bir anda o kötü durumdan sizin kontrolünüz dışında kurtulduğunuz oldu mu?

http://www.cartoonstock.com/directory/r/relieved.asp

20 Nisan 2007 Cuma

This is my homepage, I kiss you !!!

Internet'in en büyük fenomenlerinden Mahir Çağrı'yı hatırlarsınız. Burada kendisinin hangi cümlesini alıntılasam diğer vecizelerine haksızlık olur.
Wikipedi'den öğrendiğim kadarıyla Mahir, Borat karakteriyle kendisini taklit ettiğini düşündüğü Sacha Baron Cohen'den bir özür bekliyormuş.
Boşver Mahir, sen kafana takma onları, taklit aslını yüceltir. Biz senin tek gecelik bir internet starından öte bir insan olduğunu biliyoruz.

Dünyanın gelmiş geçmiş ikinci en popüler internet fad'i olan Mahir Çağrı Amerika turnesinde.

Cuma öğleden sonra

Bir haftalık izne geldim. İstanbul güzel havalarda tabi ki çok hareketli. Hafta içi hiçbir işim olmadan sokaklarda gezmek beni yabancılaştırsa da hoşuma gitti. Ben de bir turist gibi girdim bir internet cafe'ye. Taksim Talimhane'nin girişinden meydanı seyrettim. Bir de çay söyledim, oh mis gibi.

8 Nisan 2007 Pazar

Dedem

Çok titiz adamdır dedem. Adı Cemal'dir. Ama size soyadını söyleyemem. Çünkü söylersem banka hesaplarımı boşaltabilirsiniz.
Bir gün, herhalde 8 yaşında falandım, dedeme dedim ki: dede, bu sabunla herkes elini yıkıyor, mikroplar elden ele başkasına geçmiyor mu? O zamanlar sıvı sabunlar bu kadar yaygın değildi ve bizim de bildiğimiz tek sabun katı sabundu. Dedem sorumu şöyle cevaplamıştı: olur mu oğlum, sabunda mikrop yaşayamaz...
Üç sene önce dedemlere gittiğimizde baktım o da sıvı sabunlardan almış, koymuş lavaboya. Hemen sebebini sordum, bizimki dedi ki: katı sabunla sağlıklı olmuyor, herkes aynı sabunu kullanınca :-)
O tabi ki ben çocukken bana söylediklerini hatırlamıyor. Ama muhtemelen bize çaktırmasa da kendisi de hoşlanmıyordu katı sabunlardan.
İşte dede olmak böyle bir şey.

31 Mart 2007 Cumartesi

Katlanır köprü

www.heatherwick.com --> Köprü hidrolik pistonlarla katlanıp top haline geliyor.

Aklıma Thyssen'in özel tasarım asansör ve yürüyen bantları (travelator) geldi. Bunu araştırıp yeni bir bahiste açıklayacağım.

30 Mart 2007 Cuma

is it wicked not to care?

Burada dura dura gamsız oldum a dostlar. Hiç bi şeye kafamı
takmıyorum. Beynimi kullanmadığım için endişe hissi de tedavülden
kalktı..
Aslında fena da olmadı, azar işitiyom, emredersinz diyip geçiyom.
Görürsem sölerim.
Saol!
Ş:48+6

27 Mart 2007 Salı

Askeri Terimler Sözlüğü

Askerler arasında bazı sözlerin özel anlamları var, kaba saba ve küfürlü olanları bi yana bırakalım... eee... ya da dur ya bırakmayalım çok komikler var arada... :)

Borusun: iyi yerde askerlik yapıyorsun, hep yatıyorsun (boru gibi)

Takmak: daha önce teskere alacak olmak
örn: -Sana beş gün takıyorum.
-Sana taktığım kadar askerliğim kalmadı.
-Sana taktığım kadar gözyaşım kalmadı.

Kep, kepaltı, üst devre, alt devre, çömez, torun vs.. Bunların hepsi farklı tertipleri ifade ediyor. Yani mesela bir adam 86'ya 1 ise;
6/2 bu adamın alt devresi,
6/3 çömezi,
6/4 torunu,
7/1 ise bileti oluyor, çünkü onlar gelince üst devrenin askerliği bitiyor ve evine gidiyor.

7/2 ise mezar taşı olur, çünkü bunlar birbirini göremezler. Torun has torun ve piç torun olarak ikiye ayrılır, falan filan..

Paraflamak: Nöbet ile cezalandırmak.
örn: -Bu akşam 3-5 parafın var.

Izdırap olmak: Birine kasten baskı yaparak sıkıntı vermek.
örn: Izdırap çavuş

Poşet / pilli: Kısa dönem askerlere denir. Uzun dönem gelen astemenler için ise çuval terimi kullanılır.

Torun, torba, tombalak, baston, piston, ... : yine alt devreleri tanımlamak için.
örn: Torun toruuun, geceler uzun, ötmesin borun, öterse borun, biiiip

Yokuş yapmak: İşleri zora sokmak, sevmediği birine engel çıkartmak. Bunun örneğine tüm askerlik hayatı boyunca bolca rastlayabilirsiniz.

Bot bağlamak: askerliğe başlamak.

Çarşıyı kitlemek: Ceza olarak çarşı iznini iptal etmek.

Şafak: Terhs olmaya kalan gün sayısı. Şafak üzerine binbir türlü edebiyat yapılır.
örn: -Ses kes, şafak dinle!
-Şafak demiş cart-curt / Şafak demiş camalokko.
-Bu şafaktan sonra ben mi yapayım!

Şafak sıkıştırıyor: Askerliğin bitmesine az kala içten içe gelen bir sıkıntı, zamanın geçmemesi durumu.
örn: -N'oldu len, şafak mı kıstıryo?

24 Mart 2007 Cumartesi

A day in life

Bozuk beyaz peynir, yanık sigara böreği, beklemiş şekerli çay, ishal popo, ıslak mendil, kayıp hazine, fünyeli mayın, elyaf yorgan, künyeli gerdan.

22 Mart 2007 Perşembe

Dudak

Bugün adaçayi içerken dudagimi yaktim. Üflemek istedim ama olmadi, insan kendi dudagina üfleyemiyormus meger. Sonracima elimi u seklinde agzima tuttum, dudagimin üstünü tutturdum. Burdan aldigim ders çay içerken dikkatli olmakti.

Papa

Çok matrak bi sarki, Nekropsi grubundan: Papa.

Dinlemek için Google'a "Die Neue Papa ist Deutsch" yazip aratin.

PAPA
Die neue Papa ist Deutsch
Er ist sogar Bayerisch
Mein Papa hat gesagt
Das er ein Panzer ist

Yeni Papa Almanmis
Hem de Bavyeraliymis
Babam bana dedi ki
Panzer gibi adammis

Die neue Papa ist Deutsch
Papst Papa ist Deutsch

NEKROPSİ: Cem Ömeroglu, Cevdet Erek, Tolga Yenilmez, Kerem Tüzün

20 Mart 2007 Salı

Rüya

Ben hristiyanmisim, tören salonu gibi bir yerdeyiz, çevremde bir kalabalik; herkes hristiyanmis ve ne alakaysa biz kizarmis insan eti yiyiyoruz törenle. Kisa boylu, çocuk vücutlu insanlar getiriyorlar bize, etleri kizarmaktan kahverengi olmus, derileri kalmamis. Herkes birer ikiser parça koparip agzina atiyor kendi yiyeceginden. Benim önüme getirilenden bir iki parça aliyorum, yaglarini ayirmaya çalisiyorum ama yiyemiyorum. Midem kaldirmiyor. Derken herkes bitiriyor; benim vatandas yenmemis ama kurcalanmis vaziyette. Birden bir sihirle canlaniyor. Bana ters ters bakiyor zombi, zaten korkuyorum. Onu birakmami istiyor. Onu yemem gerektigini biliyorum çünkü canli birakirsam bana zarar verecek. Ama bir yandan da aziyorum zavalliya, onu yok etmek istemiyorum.

Kabustan uyandim ve gerçek olmadigini görünce çok sevindim. Sabah hep bu rüyanin anlamini düsündüm. Sonunda buldum.

Önce biraz Freud ve psikanalizden bahsetmek gerek. 1900'lerin basinda Freud'ün öncülük ettigi psikanaliz bilimi dünyayi degistirdi ve pek çok kisiye ilham verdi. Dali gibi ressamlar asagidaki gibi eserler yarattilar:

Salvador Dalí, "Dream Caused by the Flight of a Bee around a Pomegranate. One Second before Awakening", 1944.

Sadece resim degil, müzik, sinema ve diger sanat dallarinda derin etkiler birakti psikanaliz devrimi. Freud yillar boyu yaptigi analiz seanslarinda hastalarinin rüyalarini da yorumladi. Meshur bir örnegi, hatirladigim kadariyla, rüyasinda atese isedigini anlatan bir hastasina yaptigi yorumdur. Freud dedigi kabaca sudur: atesin modern yasamdaki yeri mutfaktir. Mutfak ayni zamanda kadinin yeridir ve bu rüyada kadinlari temsil etmektedir. Atese iseyen bir erkek olasidir ki kadinlari reddetmekte yani homoseksüellige meylini rüyalarinda kendi kendisine ifade etmektedir. Bilindigi gibi çogu zaman rüyalarimizda gerçek yasamda yasayamadigimiz yerlere gider, yapamadigimiz seyleri yapar ve bir sekilde gerçekte hayat bulamayan ihtiyaçlarimizi gideririz.

Günümüz akademisyenlerinin bir kismi Freud'un rüya tabirlerini kabul etmez. Derler ki, yasantinizda etkilendiginiz ve hatta sadece gördügünüz herhangi bir sey rüyanizin konusu olabilir. Mesela önce plaja gittiniz, sonra da hayvanat bahçesine. Rüyanizda yüzen filler görmeniz son derece olagandir.

Benim gördügüm kabusa sebep olan sey ise suydu:

Bu cisim bir anti-personel mayindir. Sag taraftaki ince uç fünyedir. Fünye tetiklendiginde (örnegin üzerine basilarak) soldaki kalin borunun içindeki patlayici madde yukariya dogru firlar ve yerden 80 cm yükseklikte infilak eder. Artik kaç insana ne türlü bir zarar veriyor o kadarini bilmiyorum.

Bu ölüm makinesini dün gördüm. Bir memurun masasinda kalemlik olarak kullaniliyordu.

Bazen ölüm türlü kisvelerle karsimiza çikabiliyor: bir kalemlik gibi siradan bir cisim veya yemek yemek gibi dogal bir hareket bizim için çok siradan seyler ama bir baskasi için, bir kurban için ne ifade ediyor? Ölümü bile normallestiriyor, siradan bir cisim gibi masamizin üzerine koyuveriyoruz onu.



19 Mart 2007 Pazartesi

Never get shot with your own merchandise

Geçen gün Lord of War (Savas Tanrisi) filmini izledik. Filmin pesisira Serdar Akar'in Barda'sini koymak gibi bir hataya düstük. O gece ve ertesi gün Barda'daki bazi sahneler gözümün önünden gitmese de Lord of War zihnimde yeni yeni su yüzüne çikmaya basladi. Ne kadar harika bir filmdi.

'Lord Of War' filminde Nicolas Cage. © Lions Gate Films/Lord of War

Film hem bastan sona heyecanla izleniyor, hem de vurgu yaptigi konunun herkesin sorumlulugunda oldugunu üstüne basa basa söylüyor. Mesajın ayrica Cage tarafindan seyircinin gözünün içine baka baka (yabancilastirma etkisi) söylenmesi de ayrica hos olmus; tüm anlatilanlarin gerçek oldugu ancak böyle algilatilabilirdi.

Ekim 2006'da Birlesmis Milletler, Silah Ticareti Antlasmasi üzerinde çalisma karari aldi. Uluslararası Af Örgütü'nün Silahlar Denetlensin kampanyasina hala destek olabilirsiniz. Buradan lütfen.

17 Mart 2007 Cumartesi

Blog'umun kenari

Bu blogu baslattigimda, nasil desem, daha sik yazi yazabilirim gibi geliyordu ama öyle olmadı. Internet her an elimin altinda olmadigi için bazen yazmak istedigim seyleri küçük kagitlara yaziyorum, ama sonra onlari kaybedince yine elde var sifir.. Iki ay sonra elimin altinda olacak iste o zaman internet.
Dün sunlari sunlari yedim, yok rüyamda sunu gördüm gibi seyler de yazmak istemiyorum, sanki teshirci bi kisiligin ürünü gibi geliyor bu tür yazilar. Hani okuyanlari da biraz ilgilendiren ilginç seyler olsun istiyorum. Amaan hangimiz teshirci degiliz ki zaten. Geel vatandas geeel, batan beynin kivrimlari bunnaaar..

10 Mart 2007 Cumartesi

Bu biiir...


Blog'a basladik bakalim. Kafa ayari diye de bir baslik koydum ki, çok aramadim, koydum öylecene.. Aslen Commodore yadigari bir terim olup, tornavidayi çevirmek suretiyle küçük kömür taneciklerini bir araya getirerek teyp cihazina ayar yapmak demek. Mecazen ne demek onu ileriki günlerde görücez...